Kayıtlar

Mayıs, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yansımalar II

İflah olmaz bir yalancının sönmüş mumu gibi karanlığım bu aralar. Kar ve yağmura muhtaç, çaresiz bir Sahra Çölü sakini kadar umutsuz. Bu dünya benim için gerçekleşmesini istemediğim senaryoların yalın bir gerçeklikle vuku bulduğu karalama defterinden başka bir şey değil. Orada karalıyorum ben de ruh halimin tükenmez sıkıntılarını. Hafızam beni yanıltmıyorsa bu defterin bana ayrılan kısmı bakir bir ruhun el değmemiş göğsü kadar ak paktı bir zamanlar. Ama burası dünya ve burada en güzel, en dokunulmamış çiçekler bile kararıp solmaya yüz tutuyor. Taze bir toprakta filizlenmeye ihtiyacım var. Deşilmez ve dokunulmaz bir yasayı çiğnemiş gibi tecritteyim son zamanlar. İnsanın en büyük hapsi zihnidir demişti filozof bir büyüğüm. İnsan, kendi kafasının içinden çıkıp dünyayı kendinden ve geçmişinden bağımsız algılamaya başlayınca mı özgür olacaktır yani? Belki bu denli spesifik ve detaylı bir özdeyiş değildir bu. Her neyse, tecritteki bilmem kaçıncı günün kaçıncı gecesi, problem vuku buldu; en

Yansımalar I

Söylenmemiş olan ne varsa dilimizde, bir bankta oturup denize veyahut gökyüzüne bakıp iç çekerken birikiyor kırık kalbimizde bir bir. Orada bir başına oluyor insan. O an orada olan yalnız kendisidir. Sözlerin bir muhatabı yoksa da artık, her biri dilden sessizce ve usulca dökülüverir. Bir kapı eşiğinde öylece durup içeri girmekte tereddüt eder ya insan hani, aslında dışarıda kalmış olacaktır içeri girse dahi. Ya da dışarıdayken bile aslında içeriden hiç çıkmamıştır, o an ruhuyla orada değildir. İşte bunlar, söyleyecek çok şeyi olup da susanların resmidir. İçimi bir suskunluk sarıyor. İnsan, acısını neye sığdırır? Mutluluğunu, merakını, hayal kırıklığını neye sığdırır? Ben her birini küçük bir özlem bulutuna sığdırdım. Vakti gelince bu özlem bulutunun altında ıslanırdım. Kimseler göremezdi. Gökyüzünde bir tek benim için var olurdu bir bulut. Her insanın vardır böyle küçük sırları. Sırlar, kişiyi emniyette tutar. Ama tırmalar da duygularını içten içe. O sırlar ne kadar az dillenirse

Kavuşma Akşamı

Yalnızlık sızıyor ömrüme kırık bir kum saatinden İnce bir hüzün yankı bulur yağmurların sesinden Gözlerim sevgiliyi bekleyen bir kavuşma akşamıdır Her biten günün sonunda yağmurlarla ıslanır Kalabalığı tanıdık bir kent yalnızlığı hatırlatır Senin de aşina caddelerde kaybolmuşluğun vardır Saatlerce yürüyüp yol almamak nedir bilirsin Zaman zaman bu alemi büsbütün unutmuş gibisin Öyle bir hayal ki en güzel hislerle ördüğün Mutlak özlenir yürekte gönül gözüyle gördüğün Gün gelir ve en sağanak yağmurlar da diner Kokun bir kavuşma akşamına usul usul siner

Medeniyet Peygamberinin Modern Diyalekti

Nedir, medeniyetin modern versiyonunu post-modern edisyonlardan okuduk hep. Literatürün kalbine ok gibi saplanıp kalmış olan ve tevatürden öte gitmeyen bu muhtevanın hakikate isabet etmediğini gösterdi zaman bize. Mecmuaların yazamadıklarıysa, onu seven dillerde oyalandı. Neden kaleme alınmakta beis görülmeyen ve metaforik veyahut hakiki nisbette bir karşılığı bulunmayan bu sahte düzenin ve sözde medeniyetin temelleri toplum içinde pervasızca atıldı? Modernize olmuş edebiyatta ve sanatta, aydınlığı batıya açılan pencerelerde aramaktan bitap düşmüş aydınların izlerini görmek mümkün bugün. Elbette bu noktada sanat adına sanat yapmaktan feragat eden bir topluluk çıkıyor karşımıza. Toplumu, gazete, kitap gibi sanatsal birtakım araçlarla güdebilmeyi başarmış aydınların imzasıdır bu modernize icraatler. 1789'da Fransa'da vuku bulan ihtilalin sesi tüm dünyada yankılanırken biz de nasibimizi aldık bu ihtilalden. İhtilal kelimesi askeri veya siyasi bir devrimi çağırıştırsa da, toplu

Karantina Günleri Özlem Şarkıları

Resim
Selda Bağcan - O Günler Cem Karaca - Canım Benim Murat Çelik - Bana Geldiğin Yöndeyim Marc Aryan - Kalbin Yok Mu? Erkin Koray - Yağmurun Sesine Bak Erkut Taçkın - Özlem Barış Manço - Al Beni Tülay Özer - Büklüm Büklüm Rafet El Roman - Hayat Hüzünlü Murat Yılmazyıldırım - Adsız Özlem

Ah

*** Aheste yürüyorsun zarif bir mehtaba karşı Yüzünle aydınlanır ah bu yerkürenin arşı Yoktur bana tesiri sensiz dönen cihanın  Kalmıştım ah kıyısında gittiğin o akşamın Ebedi göğün altında durup öylece her sabah Seni düşünüyorum ellerin avuçlarımda ah Kadife bir sızıyla gönlüm yangın zarafetine Hoş tebessümünle kavrulur ah günden güne Gidiyorsun bulutlar gibi bir rüzgarla sessiz  Sürüklenir ardından ah ruhumda kalan iz Özlüyorum seni bu zifiri karasında alemin Bitmeyen bir aşk nağmesi ah içimde özlemin ***

Kendimle Sohbet IV

Geçmiş güzel günlerin artık ulaşılamayacak olması mı daha acımasız, yoksa geleceğin belirsizliğini içine katan bugünün kaygısı mı? İnsan, kendi ruhuna hitap eden ne varsa onu bulup özümsemeye ve ona kendinden bir parça katmaya meyilli varlık. Ama aynı zamanda tamahkâr bir varlık da. Bundan dolayıdır ki hep bir arayış içindedir. Doymayan ruhuna hep bir şeyler katma hevesi tazelenir günden güne. İşte geçmişteki güzel günlerin uzakta kalması; bu uzaklığın da insan ruhuna ıstırap veren bir acımasızlığa dönüşmesi bu sebepledir. Nedir, çatınca kaşlarını yalnızlık, bir an olsun kendi içine döner insan. Geçmişe yaptığı yolculukta, hayatına giren insanları ve o insanların hatıralarını düşünür. Geçmiş, kendine çektikçe insanı, kaygısı derinleşir ve perçinlenir yalnızlığı. Iskalıyoruz bazen güzellikleri. Bize güzelliği sunan, hep bir başka insan olur sanıyoruz. Bazen yalnızlıktan korkan insanlar görüyorum. Aynı insanlar ölümden de korkuyor. Aslında bu korkuların ayıplanacak bir tarafı yok

Samanyoluna Veda

Dostum, Senin dostluğunla ruhum şimdi iki parça. Biliyorsun ya beni Varlığından asla etmezdim şikayet Ve huzurla bir bütün olacaksam şayet Bunu mümkün kılacak gözlerindi yalnızca. Şimdi bir yarım parçam, Ötelerde senden ibaret. Dostum Gördüğün ne varsa bu dünyaya ait; Yok olacak seninle birlikte vakti gelince. Her şey yitiriyor mahiyetini günden güne. Güneş batarken solacak son kez;  Ufkunda ne varsa kararacak birden. Ve geçiyor bütün acılar, Göreceksin sen de. Nedendir yalın ayak koşmaz yağmura insan? Neden bir söğüt altına uzanıp  Unutmaz bu dünyayı? Neden aşkına kendince bir set kurar da Ona varmayı denemez doğrudan? Nihayet bütün gemilerin terk ettiği Bomboş bir yıkıntıya dönecek o görkemli liman. Olur ya harcanır bir ömür bin pişmanlıkla Belki yeniden başlamak isteyeceksin sonunda Belki bütün o kederini değiştirmek neşeyle. Ama bir şansımız daha olmayacak samanyolunda.

Gençlik ve Güzellik - Kısım I

Aldo, kentin şövalyesi olmaya gönüllü on dokuz yaşında bir delikanlıydı. Takvimler İsa’nın doğumundan 1154 sene sonrasını gösteriyordu. Roma’nın Crespi kentinde, Kanicelli Manastırına bir mil uzaklıktaki evinden çıktığında gökyüzünü karanlık bulutlar sarmaya başlamıştı. Günler yağmursuz ve kurak geçse de, şehrin semalarında karanlık bulutların seferi bitmek bilmiyordu. Eskimiş taş yollar, evlerin bahçelerini saran taştan oyma gri yapılar, gökyüzündeki karanlıkla bütünleşip insanın ruhuna ıstırap veren bir görüntü oluşturuyordu. İnsanlar bu duruma alışmış olsa da güneşi özleyenler de vardı içlerinde. Aldo onlardan biriydi. Her gün ormana gidip yaban çilekleri toplar, bazen at üstünde gördüğü şövalyelere imrenip derin düşlere dalardı. Göl kenarında uyuyakaldığı vakitlerdeyse genelde köylüler tarafından rahatsız edilirdi.   Yine böyle kapalı ve kasvetli bir Roma gününde, evinden çıkmak için pançosunu aldı üstüne genç Aldo. O, doğduğu günden beri Roma’da güneşli bir gün görmemişti. Y