Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İç Çekmeler

Birden karanlıklar içre beliren gün ışığı gibi sızıveriyordu zihnimden içeri. Oysa, ne marifetli bir rüzgarla savrulan saçlarını ne de gün dönerken yüzünü güneşe çevirmesini hatırlardım. Hatıraların bitimsiz döngüsünden kurtulmaktı bu yaptığım. Aynı iskeleden bir kez daha demir almak daha kötü bir hatıraya yol almaktır.  Dedim ki şefkat bir yağmur olsaydı onun kalbindeki kenti bulutlar kuşatırdı. Ama nedense aldandı bir yaz gecesi ve sınandık merhametin derin izler bırakan yoksunluğuyla.  İçimde bir perde gibi aralanıyor yaşamak ara sıra. Ellerimden kayıp giden günler saklıyorken içinde aydınlığı, olsun diyorum. Bir şansımız daha olur nasılsa. Ama bir şans daha sunan sevda bir mutluluk daha gizlemiyor içinde.  Her şeyi gelişigüzel ve beklentisiz yaşayınca buluyor ahengini ömür bir başka ömrün özünde.  Evet, sınandık ve aldandık. Bir heykel sessizliğiyle antik duvarlara çizdiğimiz o mutlu çağı kapattık. Oyduğumuz resimlerin üstünden inançsızlık çağı geçti ve silindik günden güne. Ama ne

Santiago Bulvarı

'' Zamanın o gizemli yolları yok oldu -geriye bir çöl kaldı- Tutkuların çeşmesi kalbim yok oldu -geriye bir çöl kaldı- Uzayıp gider çöl...''               F. Garcia Lorca - Ve Sonra Nafile sarf edilen ömrün günleri Biterken tarifsiz gecelerle bir bir Unuttum yüzündeki tebessümünü Anımsadığım yalnız acı sözlerindir Bir çöle dönerken ruhum serapsız Ve yürekte yiterken arzular cansız Uzarken yollarım yolcusuz hansız Tutkusuz kalan artık boş ellerimdir Tek bir anısı bile kalmadı yürekte Hanımeli gibi yaz gecelerimi saran Ne kokun ne sesin ne içtenliğin Santiago Bulvarında kaldı ellerin. ''Türkülü çiçeklerin dalları gibi Göğsü gözlerime açılıverdi Ve oniki hançerin bir kerede Yırttığı ipek gibi sihirli Yalnız bir kadın sanmıştım önce Oysa erkeğini aldatan biri Irmağın kenarında buluştuk Sessiz bir Santiago gecesi...''    F. Garcia Lorca - Ayağı Karıncalı

Sessizlik

Ol bir âsude rahatlığı ki hayranım tavrına  Çözülür peşi sıra gönlümün kördüğümü Bir kar gibi asumandan incelerek yağdığına Eriyince yüreğimde anladım gördüğümü. Sen ömre yeni bir yıl, sen çocukluk hatırası  Çatlamış bir taş gibi yosun tutup öldüğümü Hatırlatır bunca sene kapanmış kapında Beklerken saadeti bir mum gibi söndüğümü. Ne varsa senden başka bir hayalden ibaret Ufkumda yok hiçbirinden ne bir iz ne bir sûret Sesten yoksun bir dilin varlığıyken sükûnet Anladım dilden öte sessizliğe döndüğümü.

Bir Kış Sabahı Ansızın

Bu diyarı terk edip gideceğim buralardan Bunun için yarın çok geç olacak Bugünse imkansız Ezeli bir alemin soğuk taş duvarları dibinde Öleceğim ve beni kimseler duymayacak Üşümesine aldırış etmeden ellerimin Kırık bir pencere pervazında  Pervasız geçen zamanın akışında Umarsız kalbimin hezeyanlarında Öleceğim kimseler duymayacak Ne baharda ıhlamurlar çiçek açtığı zaman Ne de yaz gecelerini sardığında kokusu sardunyanın Ve ne terk ederken güneş bu kenti usul usul Ben yarın ve bugünüm arasında Yüreğimi kül eden bir yangın ortasında Kurşun grisi bir kış sabahında Ansızın öleceğim ve kimseler duymayacak

Gün Sonu

Zamanla tüm benliğimi kaplayan bir enkazın altında kalmışım ve öylece geride bırakılmışım gibi yaşıyorum. Ne sesimi duyan birileri ne de bir yardım eli var ufkumda. Akıp giden zamana ektiğim ne varsa, biçtiğim yalnızca umutsuzluk oldu. İyimser bir tebessümle başladığım her yolculuk, karamsar bir durakta son buldu. Böylece ben de kendi karamsar dünyama hapsoldum. Akşamın kızıllığına kanat çırpan kuşların gürültüsü yok artık. Öfkesizliğiyle ruhumu teskin eden kış güneşinin parıltısı yok. Duruldu içimde kopan fırtına. Serildi ruhumun yeryüzüne bir sessizlik atlası ve buradan seyrediyorum şimdi anlamını yitirmiş günü ve geceyi. Ne bir duygu ne de bir düşünce yüzdürüyorum bu sancılı varoluş açıklarında. Her şeyi gelişigüzel bırakıyorum akışına. Kaybolmakla başlıyor günüm dar bir çevrenin çemberinde. Önemden yoksun varlığımın ağırlığına aldırış etmeden günü nihayete erdirmek marifet oluyor. Hiçbir şey, arzuları yitik bir ruhu avutmaya yetmiyor günün sonunda. 

Özlem

Yürüyorum  Her akşamki yolumda sükûn ile bir başına Gözlerim uzak bir âlemin hayaline meftun Her fikrim ve her hissim bir aldanış penceresi Boşa geçen seneleri buradan izliyorum Sessiz ve kimsesiz Bir turuncu yangının eteğinde Hüzünle vedalaşan günü uğurluyorum Güneşin son ışıkları önünde vakur söğüt dalları Rüzgarla karışırken dalgın günbatımına Zamanım bir özlem esaretine mahkum Öylece seni düşünüyorum

Ölüm ve Aşk

Artık bir sigara bile yakmıyorum hüznüme Ömür alışkanlıkların kötümser tekrarından ibaret Avuntudan yoksun gündoğumu günbatımı Sönmekte bir aczle fecrin kızıl ışıkları Müsterih oldum; Ölüm bir Voyage dé Cabaret. Şimdilerde ciğerde sönmüş gibi aşk Ah bir zamanlar kor gibi yanarken yürekte...

Bakış

O soğuk ve yalnız geceleri kışın, Bana esirden sıcak cismini sun. Ruhunla sen içimde yaşıyorsun. Kor gibi nefesin ve ruhumu yakışın... Tefekkürle nikabını kaldırdım önümden Kaldırdım senden özge her hissi yönümden Düşündükçe gözlerini özlemle içimden Gecelerimi kurşun gibi deldi bakışın.

Yeraltı

Yaşamak yara almaktır. Ve yaraların kabuk tutmasını beklemek zamanla. Kendi kabuğuna çekilmek istiyorsun ama kabuk paramparça. Seni bu kıymetsiz cihanın soluksuz harbinde yapayalnız bırakan her şeye sırtını dönüp gitmek istiyorsun ama içindeki bütün arzular yenik düşüyor yorgunluğuna.  İçimiz bizim, bir yerlerde hâlâ yaşayanlar için en sessiz mezarlık. İçindeki kesif karanlığa gömüldükçe sessizleşmesi bundandır insanın. İşte... Eve her zamanki monoton dönüşler ve günboyu aşinası olduğun simaların zorlama selam merasimi. Yetmiyor yaşadığın hiçbir şey bu hayata bir anlam katmaya.  Hep diyorsun, ' bekleyiş güçlü bir annedir ve emzirir umudu içimizde.' Oysa dönüp arkana baktığında görüyorsun ki bütün o nihayetsiz bekleyişlerden var oluyordu umutsuzluk. Hayat bir sona ermeyecek olsa nasıl katlanırdı insan buna? İşte yine bir gün olanca sıradanlığı ve ağırlığınca sıkıntısıyla bitiyor. Günün bitişi neden hiçbir şey ifade etmiyor? Beklentilere kayıtsız yeni bir gün, sıcaklığını yitirmi

Doğum Günü Hediyesi: Covid-19

1 Aralık 2019  CoV2 bir diğer ismiyle koronavirüsün yeryüzünde bir insan bünyesinde belirdiği ilk tarih.  4 Ekim 2020 Virüsün bünyeme sirayet ettiği tarih. Bir başka deyişle, yağmurlu bir sonbahar gününün buğulu bir sabahında doğmuş olan şahsıma doğum günü hediyesini sunduğu tarih.  Düşüncelerini zihnine hapseden, hislerini kalbin karartılmış odasında saklayan biri için karantinada kalmak yabancı bir eylem değil. Bilakis bu bir eylem bile değil. Eylemsizlik içinde sürdürülen bir yaşamın hareketsiz bir düzlemde öylece sonsuzluğa akıp gidişinin öyküsü bu. Zaman ne daha hızlı ne daha yavaş bugün. Yazgının, insana üstünlüğünü kanıtladığı sıradan bir gün.  İçimde kırık kemiklerden bir peron yapılmış da ruhumun kederi ve bedenimin tüm sancısı bu perona sığdırılmış gibi. Göğsümü keskin bir bıçak ağzı yokluyor durmadan.  Gerçek gibi görülen rüyaların tesirinde bir çift göz düşünün. Gerçekler zaten yoruyorken, rüyaların da gerçeğe bu denli yakınsanması gözlerimde fer, gözlerimde hâl bırakmadı. 

Sıradan Bir Hayatın Özetçesi

Yokluyor gecemi kötümser bir usanmışlık Aynı gemiyi aynı sığ sularda yüzdürmek  Ve bakmak değişmeyen yaşam manzarasına  Aynı pencerenin önünde çözülerek ilmek ilmek. Artık gökyüzünün ruhu çekilmiştir benim için Tanıdık parıltısı bir bir karardı yıldızların Hayat, her köşesi kötü rastlantılar bilinmezliği Göz gördükçe katlanan gönül yetmezliği bu yaşadığım. Yetmiyor her biten günü düşlerde sürdürmek Tekrara düşmek mukadder en bilinmez yarından. Hayatım saatler gibi rutin ve mükerrer akarken Biraz ölüyor ruhum; sürükleniyorum ardından.

Güz Rüzgarı

Taşıyor göğsümden dünyanın hazin yükü Solmaya yüz tutarken yüzüm şerha şerha Geceyi nihayete erdiren o aydınlık gündüzü Karanlığa bürüyen kadere de eyvallah Gizlenir yüreğimde bir mahzun güz rüzgarı Ve estikçe döker yapraklarını kuruyan tenim Ruhumu terk ederken hislerimin her parçası Uzak bir âlemden sûretimi hüzünle seyrederim

İlkgüz

Ömrüm, bilfiil sıradan bir ilkgüz sabahı Günbatısı rüzgarlar yetmiyor ruhumu avutmaya Döküyor yapraklarını eski bir çınar kalbimin boşluğuna Yağmurlar yokluyor kentin en yalnız tarafını Hatırlamaya değer anılarımı yitiriyorum günden güne Yaşlanmak değiştiriyor yönünü en tanıdık rüzgarların Bilmesem de ölümün nasıl karşıladığını insanı Anlıyorum, Bir anlık kavuşma için yaşıyor insan, her gün öldüğüne Ah o kavuşma ânı ki bir mukaddes akşamdır Bana hayatın ve ruhumun varlığını hatırlatır Oysa bir yalnızlık rüyasıdır uyuduğum her gece Ömrümse bilfiil sıradan bir ilkgüz sabahıdır

Uzaklara

Külünü boşaltıyorum yanan saatlerin Biten günün boşluğuna. Bugünlerde her şeyin hesabını ölüme göre yapıyorum Hayatın neresinde olduğunu sorgulamak hüzün katıyor insana Belki bu yaşadığımız ömür, Bu hüzünlerden artakalandır diyorum. Bugün gökyüzünü görememek için geçerli sebeplerim vardı yine; Ve yine düşlerin ağırlığına karşı hafif kalan gerçeklerim. Düşün ki, küçücük bir kaygıyı uçurum bilen kalbim var; İşte her günüm bu uçurumun kıyısında tarumar. Derin bir iç çekiş kâfi gelir bütün bir ömrü anlatmaya Yorgunuz yitip giden zamanın peşinde kaybolmaktan Takatimiz tükeniyorken bir nebze de olsa bulmaya, Usanmıyor gözlerimiz uzaktakini aramaktan...

Zor Geceler

Karşılıklı oturup ciğerimle sigaranı yakarken anlatırdın neleri götürdüğünü insanların senden dünyanın dönerken neler bahşettiğini insana ve gün biterken neleri kopardığını ondan dinlerdim seni gün doğana dek usanmadan anlatsaydın ellerinde soluyorken ciğerim kaç kez düşer insan içinden çıkamadığı bir kuyuya değil mi ki en derin rüyalar uykusuz gecelerden doğar insanı bazı anlar yalnız kendi varlığı boğar... Kanımda güz yalnızlığına kaçak bir hüznün kokusu var tutunduğum her dal hayal kırıklığına kesiyor oturup anlatsaydın dinlerdim ruhumla bir kalbin kavradığı kalbi yalnız bir söz kırar onarmak, bu kalple yaşamaktan daha zor yolu uzattığım her gece kısaldı bütün beklentim bu dünyadan kaçtıkça yine ona rastlıyor günlerim...

Gül Hüznü

Kuşanıp yüzündeki çizgilere güzelliğini derinden Ey yüreği mest eden kavuştuğu her bir yerinden Dilimde gün biterken bir başınalığın ezber türküsü Seyret.. ellerinde yeşerir aşkımın gülden ülküsü Yorgun bir yolcudur ruhum, yalnız sende dinlenir Mevsimlerin bahçeme getirdiği taze güzelliğindir Sendeler sensiz günüm dönen saatlerin arasında Kırık bir sandal yoldaşım, her gecenin karasında Ruhumu durmadan yokluyor bir keder için için Bana yeter günlüğünden tek satırlık sevincin Bu yarım kalmış hayatı yaşıyorum farz ederim Sesini getirecekse bahar, güzü unutur kederim Sen ey çorak toprakların yağmur özlemi Durulanmış yüreğine serptim sevgimi.

Gecenin Dönüşü Rüzgara

Kalbim gibi bir ummanda alaboraya teslim ruhum Okunmuş bir Victor Hugo dizesi taşıyorum içimde Nereden esmişti o rüzgar öyle yorgun bir biçimde Ümitsiz bekleyişlerimle hâlâ orada yaşıyorum Yalnızlığım gibi ürkekçe titriyor sokak lambaları Ama aydınlatmıyor içimi bu karanlık yalnızlık Bu son deyip boğuluyorken dumanında sigaramın, Sonsuzluğun sonda gizlendiğini anlıyorum Terk edilmiş kırların kurak toprağından oldum ben Can bulmam için yağmur duasına çıkardı dostlarım Benliğim meçhul bir limana doğru giderken Yaşadığım ömrün gecelerini alacaklı sayıyorum

Yitik

Kayboluyorken bakışlarım o dönüşsüz akşamda Giden gemilere el kaldırsam da bir kaldırmasam da Çoktan gitti uzaklara bir zamanlar sevdiğim Çoktan çekti ellerini ruhumdan o ümitli bekleyiş  Mest olunmuş her hatıra uzaklaşıp günden güne Yıkıyor o efsunlu efkarı biten akşamların üstüne Beyhude şimdi aramak mutluluğu yalnızlıkta Çoktan yitirdi ömür özlem şarkısını uzakta...

Hatırla

O kentten bu kente aradığım senin izlerin İsmini fısıldayıp boşluğuna denizlerin Dönecektir diyorum ömrüm bu demirbaş ilkgüzünden Gittiği yerde kalıyor insan seneler geçse de bazen Sende çivilenmiş ruhum, her köşesinde gözlerin Senin bakışlarınla izliyorum geçip giden mevsimleri Tebessümün rengini bulduğu o güzel yüzünden Usul usul süzülürken yağmurlar... Hatırla beni.

Garson

sabahtan akşama dek çeşit çeşit insanla uğraştıktan sonra gece vakti dükkandan çıktığım an beni bir duygu yakalıyor onca insanla ve kalabalıkla uğraştıktan sonra bütün yalnızlığımla çıkıyorum o dükkandan yorgunluk yalnız fiziksel değil, ruhi açıdan da kaplıyor bedenimi ve zihnimi işte böyle anlarda sokaklara savrulup yolu uzatıyorum yalnızlığı unuttursun diyedir belki de kimsesiz ve karanlık sokakları tercih ediyorum bunu yaparken bir şeylerin değişeceğini düşünüyorum çocukça bir hevesle en çok da evimin sokağına girdiğimde yokluyor ruhumu bu bekleyiş ama ne bekleyişler bitiyor ne de bu yalnızlık gün tekrar ediyor kendini biten günün ardından monoton bir kasvetle sayfaları yitik bir romanı tamamlamaya çalışıyorum her sabah uyanarak ve bu roman bir nihayete erince, okunacak olan yalnız doğum ve ölüm tarihim olacak bir de yazarının ismi elbette hepsi unutulacak henüz güne başlarken geceyi düşünenler bunu ya korkudan yapar ya da mutluluktan korkacak bir şeyim yok, mutlulukt

Yaz Gecesi

sen ey gölgesi ay ışığına denk düşen sevgili yoktur özlemin aktığı nehirlerde benzerin yapayalnız bir yaz gecesi beni kalbinle düşün ruhumu sarmakta anbean o içten gülüşün bırak yollar uzak kalsın, gökyüzünde seninleyim baktığın an pencerenden göreceksin düşündeyim baş koymaya değer seni kaplayan her âna güller gibi aşkla büyür yarınım hatırana sanma sensizliğin bir farkı yok senle geçen günden güne sensiz başlarken solar güneşim aniden sen ey yaz sağanaklarında yüzü kaybolan sevgili bir bakışınla iklimler; bir sözünle mevsim değişir.

Güzelliğe

geceler seninle güzel, günler sana uzasın aşka yağan yağmurları getiren buluttasın sen eylül akşamlarında ruhumu okşayan elsin esen rüzgarları koyulaştıran bir hülyalı güzelsin saçların, ömrümün aktığı derin bir kuyu unut ne varsa geçmişte, biraz göğsümde uyu uyu, solarken bahçelerin güzelliği birden yeşersin sen uykusu güzellikler getiren zümrüdü beşersin

Mükerrer Usanç

ve yine kente kasvetle çöken bir mehtabı izliyorum ömür, arzularımızın taştığı sığ bir nehir diyorum ve bu sığ nehirde boğuluyoruz boyuna. bugün dünya onu ciddiye alanlar ve boş vermişler arasında bir yerde sigaramla gecikmiş bir hüznü ağırlıyorum burada ben de bir mendil gibi katlayıp saklıyorum cebimde hüznü. yaşamak sancıdan yoksun bir kalp ağrısı gibi bazen de içinde boğulduğum kurak bir göl diner bir gün ağrılar, aşarım elbet gölü anksiyetem azıyor, ellerim titrek bir an evvel ruhuma saadet enjeksiyonu gerek ama küçük bir sorunum var; hemşirem ölü. yoldan yoksun bir yoldaşı yarı yolda bırakmış gibiyim kötü hissediyorum ama hiç hissedemiyorum da içleniyor ve içerliyorum içinde bulunduğum duruma düşünüyorum da bazen yolda kalan ben miyim? koklanmış çiçekler kırları kirletmiş sayılıyor bu kentte işporta tezgahına dalıp giden gözlerin boş bakışlarında buluyorum kendimi daha romantik olamazdım olduğumdan ve öldüğümden bu duruma kayıtsız kal

Yalnızız

beni akşamların bir tül gibi örttüğü yalnızlıkta ara yalnız sen duy sesimi, bir sen sor ufuklara içimi kaplarken bir gizin meyâli öyle derin, ıssız gün yine ağarmakta ufukta, geceler boyu yalnızız ömrümün müjdelenmiş haberi, seni ey narin kadın yitirdiğin yüreğimde kanayan bir özlemle vâki adın soluyorken çehremizin gülleri yaprak yaprak yalnızlıkta bitiyor gün, yalnızlıkla başlayarak

Yansımalar II

İflah olmaz bir yalancının sönmüş mumu gibi karanlığım bu aralar. Kar ve yağmura muhtaç, çaresiz bir Sahra Çölü sakini kadar umutsuz. Bu dünya benim için gerçekleşmesini istemediğim senaryoların yalın bir gerçeklikle vuku bulduğu karalama defterinden başka bir şey değil. Orada karalıyorum ben de ruh halimin tükenmez sıkıntılarını. Hafızam beni yanıltmıyorsa bu defterin bana ayrılan kısmı bakir bir ruhun el değmemiş göğsü kadar ak paktı bir zamanlar. Ama burası dünya ve burada en güzel, en dokunulmamış çiçekler bile kararıp solmaya yüz tutuyor. Taze bir toprakta filizlenmeye ihtiyacım var. Deşilmez ve dokunulmaz bir yasayı çiğnemiş gibi tecritteyim son zamanlar. İnsanın en büyük hapsi zihnidir demişti filozof bir büyüğüm. İnsan, kendi kafasının içinden çıkıp dünyayı kendinden ve geçmişinden bağımsız algılamaya başlayınca mı özgür olacaktır yani? Belki bu denli spesifik ve detaylı bir özdeyiş değildir bu. Her neyse, tecritteki bilmem kaçıncı günün kaçıncı gecesi, problem vuku buldu; en

Yansımalar I

Söylenmemiş olan ne varsa dilimizde, bir bankta oturup denize veyahut gökyüzüne bakıp iç çekerken birikiyor kırık kalbimizde bir bir. Orada bir başına oluyor insan. O an orada olan yalnız kendisidir. Sözlerin bir muhatabı yoksa da artık, her biri dilden sessizce ve usulca dökülüverir. Bir kapı eşiğinde öylece durup içeri girmekte tereddüt eder ya insan hani, aslında dışarıda kalmış olacaktır içeri girse dahi. Ya da dışarıdayken bile aslında içeriden hiç çıkmamıştır, o an ruhuyla orada değildir. İşte bunlar, söyleyecek çok şeyi olup da susanların resmidir. İçimi bir suskunluk sarıyor. İnsan, acısını neye sığdırır? Mutluluğunu, merakını, hayal kırıklığını neye sığdırır? Ben her birini küçük bir özlem bulutuna sığdırdım. Vakti gelince bu özlem bulutunun altında ıslanırdım. Kimseler göremezdi. Gökyüzünde bir tek benim için var olurdu bir bulut. Her insanın vardır böyle küçük sırları. Sırlar, kişiyi emniyette tutar. Ama tırmalar da duygularını içten içe. O sırlar ne kadar az dillenirse

Kavuşma Akşamı

Yalnızlık sızıyor ömrüme kırık bir kum saatinden İnce bir hüzün yankı bulur yağmurların sesinden Gözlerim sevgiliyi bekleyen bir kavuşma akşamıdır Her biten günün sonunda yağmurlarla ıslanır Kalabalığı tanıdık bir kent yalnızlığı hatırlatır Senin de aşina caddelerde kaybolmuşluğun vardır Saatlerce yürüyüp yol almamak nedir bilirsin Zaman zaman bu alemi büsbütün unutmuş gibisin Öyle bir hayal ki en güzel hislerle ördüğün Mutlak özlenir yürekte gönül gözüyle gördüğün Gün gelir ve en sağanak yağmurlar da diner Kokun bir kavuşma akşamına usul usul siner

Medeniyet Peygamberinin Modern Diyalekti

Nedir, medeniyetin modern versiyonunu post-modern edisyonlardan okuduk hep. Literatürün kalbine ok gibi saplanıp kalmış olan ve tevatürden öte gitmeyen bu muhtevanın hakikate isabet etmediğini gösterdi zaman bize. Mecmuaların yazamadıklarıysa, onu seven dillerde oyalandı. Neden kaleme alınmakta beis görülmeyen ve metaforik veyahut hakiki nisbette bir karşılığı bulunmayan bu sahte düzenin ve sözde medeniyetin temelleri toplum içinde pervasızca atıldı? Modernize olmuş edebiyatta ve sanatta, aydınlığı batıya açılan pencerelerde aramaktan bitap düşmüş aydınların izlerini görmek mümkün bugün. Elbette bu noktada sanat adına sanat yapmaktan feragat eden bir topluluk çıkıyor karşımıza. Toplumu, gazete, kitap gibi sanatsal birtakım araçlarla güdebilmeyi başarmış aydınların imzasıdır bu modernize icraatler. 1789'da Fransa'da vuku bulan ihtilalin sesi tüm dünyada yankılanırken biz de nasibimizi aldık bu ihtilalden. İhtilal kelimesi askeri veya siyasi bir devrimi çağırıştırsa da, toplu

Karantina Günleri Özlem Şarkıları

Resim
Selda Bağcan - O Günler Cem Karaca - Canım Benim Murat Çelik - Bana Geldiğin Yöndeyim Marc Aryan - Kalbin Yok Mu? Erkin Koray - Yağmurun Sesine Bak Erkut Taçkın - Özlem Barış Manço - Al Beni Tülay Özer - Büklüm Büklüm Rafet El Roman - Hayat Hüzünlü Murat Yılmazyıldırım - Adsız Özlem

Ah

*** Aheste yürüyorsun zarif bir mehtaba karşı Yüzünle aydınlanır ah bu yerkürenin arşı Yoktur bana tesiri sensiz dönen cihanın  Kalmıştım ah kıyısında gittiğin o akşamın Ebedi göğün altında durup öylece her sabah Seni düşünüyorum ellerin avuçlarımda ah Kadife bir sızıyla gönlüm yangın zarafetine Hoş tebessümünle kavrulur ah günden güne Gidiyorsun bulutlar gibi bir rüzgarla sessiz  Sürüklenir ardından ah ruhumda kalan iz Özlüyorum seni bu zifiri karasında alemin Bitmeyen bir aşk nağmesi ah içimde özlemin ***

Kendimle Sohbet IV

Geçmiş güzel günlerin artık ulaşılamayacak olması mı daha acımasız, yoksa geleceğin belirsizliğini içine katan bugünün kaygısı mı? İnsan, kendi ruhuna hitap eden ne varsa onu bulup özümsemeye ve ona kendinden bir parça katmaya meyilli varlık. Ama aynı zamanda tamahkâr bir varlık da. Bundan dolayıdır ki hep bir arayış içindedir. Doymayan ruhuna hep bir şeyler katma hevesi tazelenir günden güne. İşte geçmişteki güzel günlerin uzakta kalması; bu uzaklığın da insan ruhuna ıstırap veren bir acımasızlığa dönüşmesi bu sebepledir. Nedir, çatınca kaşlarını yalnızlık, bir an olsun kendi içine döner insan. Geçmişe yaptığı yolculukta, hayatına giren insanları ve o insanların hatıralarını düşünür. Geçmiş, kendine çektikçe insanı, kaygısı derinleşir ve perçinlenir yalnızlığı. Iskalıyoruz bazen güzellikleri. Bize güzelliği sunan, hep bir başka insan olur sanıyoruz. Bazen yalnızlıktan korkan insanlar görüyorum. Aynı insanlar ölümden de korkuyor. Aslında bu korkuların ayıplanacak bir tarafı yok

Samanyoluna Veda

Dostum, Senin dostluğunla ruhum şimdi iki parça. Biliyorsun ya beni Varlığından asla etmezdim şikayet Ve huzurla bir bütün olacaksam şayet Bunu mümkün kılacak gözlerindi yalnızca. Şimdi bir yarım parçam, Ötelerde senden ibaret. Dostum Gördüğün ne varsa bu dünyaya ait; Yok olacak seninle birlikte vakti gelince. Her şey yitiriyor mahiyetini günden güne. Güneş batarken solacak son kez;  Ufkunda ne varsa kararacak birden. Ve geçiyor bütün acılar, Göreceksin sen de. Nedendir yalın ayak koşmaz yağmura insan? Neden bir söğüt altına uzanıp  Unutmaz bu dünyayı? Neden aşkına kendince bir set kurar da Ona varmayı denemez doğrudan? Nihayet bütün gemilerin terk ettiği Bomboş bir yıkıntıya dönecek o görkemli liman. Olur ya harcanır bir ömür bin pişmanlıkla Belki yeniden başlamak isteyeceksin sonunda Belki bütün o kederini değiştirmek neşeyle. Ama bir şansımız daha olmayacak samanyolunda.

Gençlik ve Güzellik - Kısım I

Aldo, kentin şövalyesi olmaya gönüllü on dokuz yaşında bir delikanlıydı. Takvimler İsa’nın doğumundan 1154 sene sonrasını gösteriyordu. Roma’nın Crespi kentinde, Kanicelli Manastırına bir mil uzaklıktaki evinden çıktığında gökyüzünü karanlık bulutlar sarmaya başlamıştı. Günler yağmursuz ve kurak geçse de, şehrin semalarında karanlık bulutların seferi bitmek bilmiyordu. Eskimiş taş yollar, evlerin bahçelerini saran taştan oyma gri yapılar, gökyüzündeki karanlıkla bütünleşip insanın ruhuna ıstırap veren bir görüntü oluşturuyordu. İnsanlar bu duruma alışmış olsa da güneşi özleyenler de vardı içlerinde. Aldo onlardan biriydi. Her gün ormana gidip yaban çilekleri toplar, bazen at üstünde gördüğü şövalyelere imrenip derin düşlere dalardı. Göl kenarında uyuyakaldığı vakitlerdeyse genelde köylüler tarafından rahatsız edilirdi.   Yine böyle kapalı ve kasvetli bir Roma gününde, evinden çıkmak için pançosunu aldı üstüne genç Aldo. O, doğduğu günden beri Roma’da güneşli bir gün görmemişti. Y

Mücella'ya Müptela İki Mecnun

Fiyakasını güllüğünden almış nazenin bir yarenim vardı. Yaren dediysek, kavuşmak bir rüyaydı. Fiyaka bu ya, yalnız baharda değil; her Allah’ın mevsiminde muhtelif renklerde parlardı. Netekim hazan gülü diye tanınmışlığı da vardı mahallece.   Ona bu şânı veren müstesna rayihasıydı. Zemberek misali kurulup toplanın etrafıma bey ağabeyler. Toplanın ve kulak verin yankısız bir aşkın neşvesiz teranesine. *** O’nu evvela bir iskele vapurunda, küllükten bozma gri gökyüzüne dalgın dalgın bakarken gördüm. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İnceden de yoklamıyor değil hani. Bir asumana bir de hatuna bakıp içleniyorum. Delikanlılık libasında cepken bulunmaz. Zira delikanlının hissiyatı bilcümle sözlerindedir. Ben de sustası dilinde, yüreği elinde muteber bir delikanlıyım ya. Tuttum ellerinden kızın.   Şöyle usulca ilişip Garipçe’li Zülküfyar Efendi’nin müşeyyed bir dizesiyle dünyasına girdim ansızın: Ah! Gözlerin müşrik eder müptelasını Asumanı kıskandıran zarif gözlerin… Pek tab

Dushara'nın Üç Yüreği

*** Beni yaşatan üç yüreğim varmış. Sonuncusunu gömerken fark ettim bunu. Dördüncü bir şansım olsaydı eğer, onu da diğer üç gömülü yüreğin yanına gömüverirdim. *** Şöyle demişti bana giderken aziz Marko: Detaylarda kaybolmalısın. Detaylarda kaybolursan, ortada seni boğan bir detay kalmaz.  Kerameti kendinden menkul pespaye bir dilencinin boş dileklerinden hallice bir yaşantım vardı. Cebimde bir nazarlık kurşun parası, dilimde yarım yamalak bir Frenk havası. Yürümek hayal kurmak demekti pek tabii o zamanlar. Eh, kurulan hayalleri yerle bir eden birileri de bulunur hep ya. Kubbeli bir camii avlusuna sırtını dayamış; öğle sıcağına okkalı küfürler savuran esrik bir ayyaşın serzenişleri mesela. Ne bölüyorsun be adam! O kubbelerin altına yüreğimi gömdüm ben. Var mı bir gömü bundan âlâ? Ayyaşın katmerli ıstırabını dinliyorum: - İçtikçe biten şarabı neyleyim hah! Eee düş biterse de, yaşam biter mi? Sonra bitmemiş bir yaşamda düş hiç biter mi? Dedim, ya ayyaşı anlamalı veyahut bir baş

Müptela

Resim
Gam-güzar olur ruhumda akşamüstü bir ses, Sessizliği bozarken dudaklarındaki nefes Öyle bir leyl-i nevbaharın evvelindeyim ki; Senden özge solmuş gibi hayalimde herkes... Gün ışığı nasıl sızıyorsa içeri penceremden, Sızıyor bakışların ruhuma her gün yeniden İnsicamın günlerime yankısıdır bu Sözlerin alevcesine aydınlatırken ufkumu... Senin bulutların bana merhameti anlatırdı, Ruhum yağmurlara karışana dek ıslanırdım. Müptelayım aşkına, fikrin hiç sönmedi serden, Yalnız seni okudum aşka dair cümle eserden Benimle sonsuzluğa kavuşacak aramızdaki sır, Bitmeyecek bende sevgin geçse binlerce asır Ah, bir gidişin var senin Beşiktaş'ta iskeleden... Bulamazsın baksan dahi arkandan bir el eden Yıkıl! Ey benim hüzne yüz tutmuş aşiyanım. Yıkıl! Şimdi yalnızlığın bahçesinde giryânım... Budur senden uzak gönlümün günbegün ahvâli. Özlemim öyle derin; hüznüm öyle demirbaş ki...

Bekle Beni

Resim
Yüzün, baharı getiren yağmurun her bir parçasında Aşkın, bu cihânın sonsuz ve onulmaz akışında Gönül limanımı tarumar eden bir fırtına ortasında Bekle beni, günler usul usul yalnızlığa dönüyorken. Seyret, ilkbahar gecesi incelen bir tül gibi yağmuru Kalmasın gözlerinde dünden ne bir yaş ne de buğu Bir çiy gibi beliriyorken aşkın şevkle sunduğu Bekle beni, özlem rüzgarlarına savruluyorken. Ey sen ki güzelliğini bahşederken mehtâba Dalıyorken gözlerin hüzünle batan afitâba Yılların pencerene bıraktığı gönül yorgunluğunda Bekle beni, yüreğim baktığın aynı yerde hâlâ...

Karantina Günleri Şarkı Listesi

Enrico Macias - Oh Guitare Nancy Sinatra - Summer Wine Roy Orbison - California Blue Tülay German - Celui Qui Viendra Patricia Kaas - If You Go Away Caroline Lavelle - No More Words - The Trees They Do Grow High Loreena McKennitt - Tango to Evora Eros Ramazzotti Un Altra Te Elena Ledda - Pesa Eleni Vitali - Ena Xeimoniatiko Proi Meiko Kaji - Hotaru No Hashi Guadalupe Pineda - Historia De Un Amor Dean Martin - Buona Sera Elvis Presley - It's Now or Never

Rüya

Benim rüyam, Yusuf'un kaderiyle yorumlandı ilkin Tanrının bahşettiği bir unutuluş bu. Çocukluğumu dargın bir gönülde saklıyorum; Eskiyor cüzdanda saklanan bir fotoğraf gibi. Yaşam akıp giden nehir ve sular bana uzak Ölüm ötelerde bir şehir ve ruhum yalınayak... Nergisten yapma insanlar geçiyor bir bir, Solgun bahçemin köşelerinden boğularak. Kayda değer bir dilekçem olmadı Tanrıdan Ne bir şikayetim ne de mutlu bir devir Nihayetinde varoluşu yok eden bu sanrıdan Yok oluşu var edecek o topraktan sedir. Hayat, sevginin veyahut bir kazanın sonucudur Ölümse mütemadiyen bir aşkın galibi Geçmişin ardına düşen şimdi yüreğimin ucudur Asırlar kadar eski bir zamanın talibi...

Latin Amerika Şiiri ve Yalnızlık - Jorge Luis Borges

Resim
Borges, 24 ağustos 1899'da Buenos Aires'te doğmuş, edebiyata olan ilgisini babasının kütüphanesinde kazanmış; çok küçük yaşta İngilizce kitapları okuyarak bir bakıma bu kitaplar vesilesiyle dil eğitimi de almıştır. Henüz 9 yaşında Oscar Wilde'ın Mutlu Prens eserini İngilizceden İspanyolcaya çevirmiş; bu çalışmasıyla birçok gazete ve mecmuanın dikkatini çekmiştir. Borges'in böyle bir ortamda yetişirken dünyaya adını duyurması da kaçınılmaz olmuştur elbette.  Ama bütün bunlar yaşanırken bir de arka planda  kişiliğini şekillendiren bir hayal dünyası da sarmıştı Borges'i. Tıpkı bizim yazın tarihimizde Servet-i Fünun topluluğuna mensup şairler gibi bir hayal ve hakikat çatışması içinde geçen günlerini bütünüyle olmasa da hayalciliğe adamış; hakikatin edebiyat için yeterli nicelikte ve nitelikte içerik muhteva etmediğini düşünmüştür. Bu yönden realizmin yüzeysel satır aralarına romantizmle derinlik katmıştır. ''Konuşarak birkaç dakikada açıklanacak şeyleri b

Özlenen

senin her şeyi güzel kılan bir tebessümün vardı yüzün güneşle parlayan bir güz sabahıydı... senin sımsıcak bir bakışın oluyor sözlerin gibi ellerin bir çocuk neşesiyle balıklar çizen ressam gözlerin, bulutların kaybolduğu bir okyanus dibi diyorum, sende yok olana dek bütün varlığımla dalsam... gidilmemiş uzak bir diyarın havasını taşıyorsun özlem dolu bir yüreği peşinden sürükleyen sen ruhumun sonsuz bir hayalinde yaşıyorsun bak! yüreğimdir aşkınla günden güne eriyen senin sözlerindir şimdi okuduğum her şiir dalıp dalıp gittiğim hayalindir koynunda rüzgar şefkatli ellerindir, usulca esiverir okşar ruhumu biten her günün sonunda...

Latin Amerika Şiiri ve Aşk- Pablo Neruda

Resim
Pablo Neruda, Julio Cortazar, Luis Borges, Garcia Marquez ve Güney Amerika'yı düşünceleriyle, duygularıyla ve dizeleriyle ihya etmiş olan diğer nice yazar-şair... Hemen hepsi, ilkin Latin Amerika'nın gösterişsiz  kasabalarında edebiyata yönelmiş; zamanla yazdıkça ve düşündükçe dünyanın her köşesine kendilerinden bir iz bırakmışlardır. Özellikle aşk ve hayat ekseninde realist ve romantik tutumların bir arada işlendiği eserleri vermekte mahir bir topluluk olan bu yazar ve şairler, şiiri aynı zamanda sosyal meseleleri ve halkın problemlerini göz önüne sermek için bir araç olarak görmüşler; Güney Amerika'nın eşsiz doğası ve manzaraları karşısında sembolizmin cezbedici albenisine de kayıtsız kalmamışlardır. Buğday nasıl filizini sürer de Çıkarsa toprağın üstüne Güzelim kırmızı elleriyle Sessizliği burgu gibi deler de Biz halkız; yeniden doğarız ölümlerde. P. Neruda Bir kıtanın antropolojik özellikleri genel itibariyle bağlayıcı olduğundan mütevellit, herhangi bir kıtaya

Hicran

Yokluğunda ışıksız, zifiri bir geceyim Varlığının tadını unutalı yıllar oldu gülüm Belki bazen dudaklarında ıssız bir heceyim Aşkı var eden ömürdür; ömrü var eden ölüm. Aşk, bu denklemde ölmek demek kutlu sevgili Bir müjdeye muhtacım yumuşak ellerinden Ben aşkınla var olmayı öğrenmiştim oysa ki Neden şimdi ölmüş gibi hissediyorum derinden? Sen kahve gözlerinle göğü izlersin ya hani Hani gökyüzü büyür, büyür de taşar gözlerinden Ben de ruhumla izliyorum senin hayalini Oysa hakikati bir zehir gibi tattım sözlerinden Sensiz saadet bahçelerinden çok uzaktayım Çatırdayan yapraklar değil kalbimdir ezilen Derinliği beş para etmez bir gecenin ortasındayım Bir hicranla vuku bulur gündoğumu âniden...

Korona Günlerinde Aşk

"Hiçbir şey, ölümünden daha çok benzemez insana." "Aşk yüzünden ölmekten daha büyük bir onur yoktur." Gabriel Garcia Marquez  Karanlık kolera günlerinde imkansız bir aşkın ve savaşın eşiğinde düzenden mahrum halde tarumar edilen bir kentin ortasında birbiri için çarpan iki yürek, yüz yıl sonra farklı bedenlerde var olmuş gibi yaşıyor birbirinden uzakta. Yazılan onlarca mektubun ve hayali kurulan mukaddes bir istikbalin bu iki yürekten uzaklaştığı günler dönüyor birbiri ardına.  Mevsim salgın. Aşk sonsuz. Bekleyiş süreğen. Marquez'in acıyı içselleştirip satırlarında, yalnız ve keder dolu bir ruhun derin ıstıraplarını ve kolera günlerinde yaşanan bölünmüş bir aşkın mutsuzluğunu anlatan hikayesini yaşıyorum bugünlerde kendi içimde. Yasak bir aşkı buğulu bir özlem penceresinden izler gibi dalıp gidiyorum uzaklara. Aşka dair birkaç temelsiz teşebbüsün muhatabı olsam da ruhum o tek, o biricik aşkın hizasından çıkmadı bir an bile. Marquez, ruhun çekebileceği

İkilemler

İki şık arasında, derin düşünceler ortasında kalmış ve karar verene dek ölmüş gibiyim. Bazen ise en kötü karar iyidir kararsızlıktan deyip en kötüde karar kılmış; çıkmaz sokakları günaşırı yalın ayak aşındıran umutsuz bir hadiseyim. İnsana yalnızlığı unutturan kalabalıklar olurken, bana yalnızlığımı unutturan yeni bir yalnızlık oluyor. Her bir yalnızlık sayfasını eskitip derin bir nehirde bilinmeze giden yalnızlık gemileri yapıyorum bir bir. Bilinmeze giden sayfalar değil; ruhumun ta kendisidir. Geceler boyu düşüncelerimin üzerine bir perde gibi iner hüzün. İlkbaharı yaşanmamış yağmur yüklü bir ömürde, geçip giden günler demirbaşıdır güzün. İçimdeki sessizlik, kendini tekrar eden bir acılar nakaratı. Dilimdeki sessizlikse, huzursuz bir ruhun eksiksiz yankısı. Uyandığım her günün bir evvelindeyim Yarınlara giden treni kaçırmış gibiyim.

Sesleniş II

Bir roman gibi sayfa sayfa kurduğumuz hayali Yaktık dünyevi bir hakikatin cehenneminde Saklandık birbirimize suçsuz günahkarlar gibi Bir pişmanlık duygusu kalmadı göğsümüzde Sen kalbimde olmayacak olan her şeyi olduran Yüz çevirsen bahçemde çok karanfil solduran Gün gelir bir yabancı el kalır sînemizde Unutulmaz ruhumda bıraktığın hatıran Sensiz tabiat nazarımda mahiyetini yitirdi Gelmeyecek mevsimi bekliyorum penceremde Anlat! Bir gül gibi kuruttuğun vaatleri Kaç gece daha düşünerek öleceğim yeryüzünde?

Küllükte Kalanlar

Resim
Bu anlattıklarım hiçbir şey değil Ama başıma geldi bütün bunlar Birini beklerken bilmediğim Bir zamanlar... Pablo Neruda Günlükten silinip küllüğe doluşur bazı saatler. Sıradan bir günlükte satırları var eden her bir yaşanmışlığın temelinde korkunç bir boşluk ve hüzün vardır. Kederi var eden, işte bu boşluğun yansımalarında şekillenen yanılsamalarım olur. Yanılıyorum boyuna. Yanıldıkça pişmanlıklar kalıyor küllükte birbiri ardına. Üzerine karlar yağan simsiyah bir kalbin beyaz olduğuna inanıyorum. Ve karlar eriyip de hakiki rengine bürününce her şey, önce güneşe kızıyor; sonra siyahı suçluyorum. Oysa karlar yağmadan da ben her şeye rengini çoktan vermiş oluyorum. İnsanları, olayları ve olguları bir renge sokarken, küllükte kalan yalnızca kül rengi oluyor günden güne birikerek. Bugün sigaramın dumanında sade bir ömürden beklentilerimi görüyorum. Bu anlattıklarım aslında hiçbir şey değil. Sigaramın dumanı da öyle. Hayat, iki eli kanda zarif bir katil. Bir şekilde yetişiyor hep

Sesleniş I

Resim
Mehtaplı gecelerin yalnızlığını benden dinle İçimde bir kor gibi tutuşur hatıralar O ruhuma ilkyazları getiren nefesinle Sar beni! İçimde sana yeşermekte baharlar Sen ruhumun en karanlık köşelerine nur! Saçlarını kış günleri bir samyeli sevsin Âlemde bir nazarla bin güzellik bulunur Sen sonsuz nazarlarımda bir tek güzelsin.

Sesin

Resim
Hüzünle yağan yağmurlar gibi yankılanır sesin Ruhuma her damlasında yüreğini serpmektesin Bir garip rüyadır yaşadığım senden uzakta Yolun sonunda her akşam seni güller beklesin Güller ki aydınlanır gülüşünle her mevsim Gönül bahçemdeki sonsuzluğa rengini verensin Özlemin sarıyorken ruhumu bu garip rüyada Şimdi bir yumuşak toprak gibi avuntudur sesin...

Bana Ruhumdan Da Yakınsınız

Resim
Öyleyse son bir merhabaya son bir gül ekelim Bize bahçeler uzak, nevbaharlar uzaktır Ruhumuzu köşesiz yıldızlar gibi geceye dökelim En karanlık saatleri bir hayal aydınlatır Zaman içinde akıntılar ve sele teslim bakışımız Uzak bize nehirler, akıp giden ırmaklar Bilirsiniz külden ziyadedir yanışımız Ah ellerimde hatıranız sonsuz gökyüzü kadar Lambalar bir dua gibi her gece yanıp sönüyor Bana kalbim kadar yakınsınız, ruhumdan da yakın Her geçen ânım nihayetsiz bir özleme dönüyor Bizi kimseler bilmesin, geceyi sırrımızla yakın Ezgin bir gül hüznüyle serpildim içinize Hani bir alaca geyik bütün yalnızlığıyla ölür ya Ölüm değildir yanan geyiğin sıcak gözlerinde Yalnız ölürsem bir gün sizden uzakta olur ya Mücella gözleriniz keder nedir bilmesin Boğuk bir özlem penceresinden izliyorum sizi Burası içinde olup biten her şeyin geçtiği bir dünya Siliniyor günden güne bütün yaşanmışlıkların izi...

Mübeccel

Resim
Teninde nârin ay ışığı ve mehtabın izleri; Sesinde mevsimi aşka çağıran tatlı rüzgarlar Ellerinde açığa çıkar ruhumun tüm gizleri Gözlerinde sana aşık yüreğimin akisleri var.  Yıkılır gönül tahtım senden uzak kalınca  Süzülür damarlarımdan hasret pınarları  Gözlerin pencerenden uzaklara dalınca  Bir beni unutma; bir de bu bensiz akşamları  Bakışların kış güneşi; sesin sanki bahar  Aşkın yasak olsa da bana her yemini bozardım  Yalnız sen okşa ruhumu; yalnız sen onar  Bu kente karlar yağsa da, sana bu şiiri yazardım.