Kayıtlar

2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sürgün

Resim
Sana sürgün olmak var cümlesinden cihânın Yalnız efsunkâr gözlerinde yaşamak günü Güzelliği seninle mümkün bahçemde her ânın Gel çiçekler rengini bulsun; ruhum sürgünü Yüreğim, senden esen rüzgarların yön verdiği nehir Kıyısında tükendi gençliğin sensiz geçen yılları Şimdi derinlerde var olan sonsuz bir özleyiştir Ezberletir gözlerime sana çıkmayan yolları Gönlün ince yollarında bir hayal gider gelir Tâ ki sürünmekten bîtap düşüp âfaka süzülsün Senin ellerinde rüyam hakikatin kendisidir Son bulursa bir gün ruhum karanlığa sürülsün.

Sen Olsaydın

Sen olsaydın anlardın beni diyorum; sesimdeki titrek durgunluktan ve ruhumdaki elem dolu sıkıntıların beni şehrin caddelerine savurmasından. Anlaşılmaya ihtiyacı var insanın böyle anlarda. Belki biraz daha fazlasına. Yoruldum suskunluğumun beni anlaşılamaz kalabalıklara karşı savunmasından. Konuşmaya, gün gibi aydınlık bir söz duymaya da ihtiyacı var insanın. Hem belki biraz daha fazlasına. 'Sen olsaydın' diye düşünüyorum her defasında... Mevsim içinde yanan bir mevsim gibi beliriyor keder mütebessim yüzümde. Kalbim neşe ve sevincin kıyısında beliren hüzün rüzgarlarına kapılmış gibi. Korkutuyor beni bazen bu ruh hali. Her şey geçer diyorum en nihayetinde. Her şey varır varması gereken o meçhul sona. Ama her şey bir sona varmakla bitmiş, tükenmiş olmuyor ömür yazgımızın seyrinde. Benim yazgım, kayıp bir gökyüzünde aksini arayan yalnız bir kırlangıçla kaim. Sessiz ve kavi bir fırtına gibi savurdu zaman ruhumu senelerce. Anlayabilmek insanları; anlaşılabilmek susarken bile..

Kar Yağarken

Resim
seneler sensiz boş birer sokak  her birinden yalnız ve eksik ayrılıyorum düşen kar tanelerine pencerenden bak ruhum gibi eridikçe özlemi anıyorum lütfederken kar yağışı sessizliği bu kente bir hüzündür inceden siniyor adımlarıma yorulduysan bu anlamsız kalabalıktan sen de gidelim, usulca yasla başını omuzlarıma

Bana Ellerini Ver

Resim
Dünyanın unutulmuş kuytu bir köşesinde, ilkbaharı müjdeleyen kutlu bir haberdin sen. Koşulları kötü bir yaşamın düş gücüydün. Yağmurlu ve gri bir Kasım sabahına başkaldıran zarif bir güldün. İnsanı beklentiye sokan düşler midir gerçekler mi? Sen beklentisiz her ânımı kıymetli kılan; düşleri gerçeklere yaklaştıran, soyut ve somut ne varsa bu dünyadan geçen, hepsini ruhumda derin bir anlam denizine ulaştıran yolumdaki en güzel yöndün. Ben bu dünyanın gidilmemiş köşelerine henüz aşkı tatmamış karanlık caddelerine seninle gittim ilkin, aşkı sen getirdin ışıksız bir şehri aşkınla ihya ettin seninle aydınlandı ruhum günden güne. Sen o aydınlık göğün ve aşkımın ilâhesi sen başakları usulca okşayan o tatlı sabah güneşi bana ellerini ver kalabalık kentler bize göre değil.

Özlem

Resim
Bitmeyecek bir özlem bu geçse dahi seneler Aşkınla parlayan birer hânedir bu geceler Güzelliklere susamış ruhuma dokunsan bir dem Gülşen olur gönül yurdumda yıkılmış harabeler. Gözlerinde kızıl bir göğün mehtabı var, izlerim Koşarım sana dört mevsim parçalansa dizlerim Senin şanlı zaferlerine mağlup uyansam her gün Yine aklımda ve kalbimde zarafetini gizlerim. Sen tebessüm ettiğin an rengini bulur güller Samanyolu yıldızları çehrene secde eder Sesinde aydınlık bir sabahın güneşi, Râm eder bülbülleri ruhuna yâr eder Lâmekan yüreğimin bir hayalde eşisin Dinmeyecek bir özlemi kalbime nakşedensin...

Misafir...

Resim
Bir zamanlar seçkin bir ruha bakıyordum aynalardan -Ki herkesin bir gizi vardır geçmişe dair Önce ruhum parçalandı sonra aynalar bir bir Yaşlı ve dilsiz bir aşık gibi silindim hafızalardan. Klasik ve kifayetsiz söylemlerin ortasındayım İnsanlar, kanadı kırık bir kuş görünce göğü unutur Ne yapardım bilmiyorum teselli arasaydım Ben de herkes gibi gökyüzünü mü unuturdum? Herkesleşmek kaçınılmaz sonu sanırım bu ömrün İşte bana nedameti unutturacak yegane teselli! Herkes gibi toprağı öpmekte gecikmeden Evvel-i mevtten toprağı gözü açık öpmeli. Kalpten kalbe giden bomboş bir yolda kaza yapmış gibiyim Kararan gözlerimi güneşe açsam da nafile Bazı bazı uykusuz gecelerin cansız bir bedeniyim Camekanda sırıtmayacak kavruk bir güzellikte! Bir sigara içimlik gülüşlerimi saklayabilmek isterdim İnsan arıyor işte güldüğü en basit olayları, durumları Yalnızlık postası kapımda yine aynı saatinde Açmasam da birikir ruhumda kimsesizlik yığınları. Güzel bir şarkı ba

Yağmur

Resim
İnce ince süzülürken toprağa yağmur Sen ruhumun yoluna yalnızlığınla dur Kül rengi bulutlar gelip geçer aldırma Hepsi dalıp giden gözlerinin yorgunluğudur Uzanarak sararmış nemli yapraklar üstüne Bir an olsun kederleri yüreğine unuttur Hüzün rüzgarları usul usul süzülsün pencerene Seni yumuşak elleriyle okşarken yağmur

Bekleyiş

Resim
Sesin, sıcak bir yaz günü soluksuz bir sağanak ve ben ruhumla Şubat’ın henüz başındayım. Düzayak bir kentte etrafa yalnızlığı saçarak,   Yürüdüğüm yolların sensiz çıkmazındayım. Sesin, sıcak bir yaz günü soluksuz bir sağanak... Bilmem hangi bekleyişin sonudur bu ömrüm? Hangi aşkın ve bakışmanın ilk heyecanı? Bir akşama daha kavuştu beyhude geçen günüm Mümkünlerin kıyısında harcayıp her ânı… Bilmem hangi bekleyişin sonudur bu ömrüm? Gözlerin, beklenen bir yolcuyu uzaklardan süzen... Özlenen bir geçmişin hasretini duyan gözlerin. İncecik ve gizli gözyaşlarına şefkatsiz bir düzen, İçinde mahzun sükunetiyle kor gibi yanan gözlerin Gözlerin, beklenen bir yolcuyu uzaklardan süzen… Senin caddelerin çok sesli, kalabalık her an Fakat kafamın içinde yokluğun sessizliği var. Hazandandır diyorum, belki yağan yağmurdan; Sessiz bir buluttan aşka çağıran yağmurlar... Senin caddelerin çok sesli, kalabalık her an… Ellerin, beni bir bakıma yeni baştan va

Yalnızlık Döngüsü

Resim
Kanatlarım olsaydı uçmak için sahip olmam gereken içgüdüleri, kanat gerdiğim birileri kesinlikle yok ederdi. ‘’ Hatalardan ders alıp sınıfta kalmak’’ diye bir şey olmasaydı ben icat ederdim. Bir ara sükunetin ve yalnızlığın tatlı sularında kulaç atarken, yanlış bir zamanda, var olmaması gereken bir yerde kırık dökük bir sandalın sahibi tarafından kulaç atmaya bir son vermeye davet edildim. Daveti usulca ve asilce reddetmek şöyle dursun, senelerdir bu anı bekliyormuşçasına zarafetten uzak bir hamleyle yorgun bedenimi sandala fütursuzca yanladım. Bu sabah, kritik bir beyin ameliyatına çağırılan, makası ve mezurası elinde bir terzi gibi uyandım. Ne olan bitenden haberim var ne bulunduğum yerin benimle ilgisinden. Zaten bu sandalda olmak da tamamen bu dünyaya ilgisizliğimden. Zaman, ruh ile bedeni yarıştıran sadist bir hükmedicidir. Ruhum ise, bu zamanın krallığında isyankâr bir şövalye. Oysa kronolojik bir flashback sergüzeştinde, bedenimin ruhuma üstünlüğünü izlemek hüzün veriyor

Müteessir Şiir

Resim
Senin bulutların ne zamandır böylesine kara? Ruhun hangi yıldızsız göğün karanlığında ezildi? O aşka çağıran rüzgarların neden şimdi uzaklarda? Hangi duygu kalbinden böyle bir gül gibi derildi? Yok artık eski neşemizden ne bir haber ne bir ses. Gözlerimizde yorgunluğun aşikâr bakışları... Seyret, aşkı bulmakta baharı duyan herkes. Bizi günbegün soldururken ömrümüzün kışları... Özlem ruhumu sarmakta o derin hasletiyle. Ellerin ne zamandır böyle soğuk, bilmiyorum, Şimdi bizden kalan hatıraların hasretiyle, Bu kasvetli dünyayı sana bırakıyorum...

Deniz Rüzgarları

Resim
gece, denizden esiyor saçlarına hafif bir rüzgar kutsanmış yüzünde bir ilk gençlik anısı ve güzelliğin serin çağıltısı var  uzaktaki deniz feneri, o ışık, o liman yetişmeye çalıştığım o aydınlık zaman seni anımsatır bana aralıksız akşamlardan denizden gelip seni buluşu var rüzgarın, tenine sokulup usulca okşaması inceden bir de düne yabancılaşan tanıdık yarınların uzayıp kaybolması karanlıklar içinden senin bir manzaran var deniz ve gök iç içe ve deniz rüzgarlarının davetini duyduğun. gece sessiz bir rüzgar saçlarına değince titreyen bir yakamoz, ışığında kaybolduğun uzaktaki deniz feneri, o ışık, o liman bana seni hatırlatır parladıkça anbean yetişmeye çalıştığım o aydınlık zaman, senin esrik ruhun, mavisinde kaybolduğum

Sone

Resim
Sakin bir akşam vakti yapayalnız, elde sigara Ateş böcekleriyle aydınlanan balkonumda Şiirsel bir hikayeyi karalayıp durdum Birkaç satır beni öldürmeye yetti sonunda Ruhum kurak bir çöldü ve aşktı vahası Aşkın içinde özlemli bir kordu dahası Yürürdü hislerim bir zamanlar güneşin kalbine Şimdi ne bir ses var ne bir görüntü, tahayyülümde Ölüyor hislerim yavaşça, bir vahanın ardında. Yeni bir gün bir armağansa henüz açılmamış Ve yeni hisler birer mektupsa postalanmamış Yazmak gelmiyor artık içimden tek bir satır bile Uyanmasın gözlerim bu anlamsız gecenin sonunda.

Uzun Yürüyüş

Resim
''İçimde beni saran Ve hiç olan Bir özlem var hiçliğe; Bir istek, Belirsiz bir nesneye...'' Fernando Pessoa Takvimler 1934'ün sıcak Temmuz ayını gösterdiğinde böyle başlamıştı şiirine Pessoa. Aradan geçen seksen beş senede değişen hiçbir şey yok. Dünyayı unutup sakin bir denizin kıyıya vuran küçük dalgalarına dalıp gidiyorum. Biliyorum kıyıda kalanlar denizden bir parçaydı; denizin alıp götürdükleri ise kıyıya ait. Bu, durgun bir ruhun, herkesten ve her şeyden uzakta bir soluk aradığı kayıp bir zamandı. ''Bir hayalperest asla uyanmaz'' diye buyurur Pessoa. O hep hülyalı ve derin düşüncelerle, dalgın halde yürüdüğümüz bundandır belki de. Öyle çok karakter ve öyle derin tahlillerle öyle kalabalık bir düşünce sistemi ve edebi bir yapı inşa etmiştir ki, bütün bu karakterler arasında kimlik karmaşası yaşaması kaçınılmaz olmuştur. Kendini arar durur kendi içinde bazen, an gelir kendinde kaybolur henüz hiçbir şey bulamamışken. Bitimsiz bir hayal g

En Parlak Yıldız

Resim
Gecenin Kuzeyinde parlayan yıldız sevgilim Parlak olamadı yüzün kadar hiç bir mevsim Sözlerin kadar yaralamadı beni hiçbir şiir, Bakışların gibi onarmadı ruhumu hiçbir sihir. Güzelliğinden kaybettirmez sana seneler Ve içimdeki senden eksilmez bir parça bile Bazen meçhule giden bir gemi oluyorsun, Kalbimin sonsuz okyanusunda; Uyurum bazen usulca yankılanan sesinle, Ruhumun dipsiz, kuytu ormanlarında. Sen yaşam ışığı, ab-ı hayat ve ölüm Sen ikilemler içinde en güzeli gördüğüm En güzel acı ve en güzel saadet Zamansız yazılan bir aşk masalında. Bulamam gecelerce binbir kadeh şarapta Tek bir sözünle başımdaki sarhoşluğu Yokluğunda savaştığım bu karanlık boşluğu Dolduramam geceyi aydınlatan yıldızla. Uyuyan bir güzeldir gözlerin şimdi Teninde ay ışığı ve sıcak Ağustos nemi Odanda yalnızlığın garip loşluğu Gider gelir bir rüzgar gibi kalabalıklara. Gecenin Kuzeyindeki en parlak yıldız canım Yakamozdan yoksun bir deniz kadar karanlık Çünkü sensiz gelip geçen uzun gecele

Git

Resim
Ansızın gelmiştin, ruhuma gün ışığı sızar gibi Aydınlanan penceremde taptaze bir çiçek gibi Gidişini uzaktan seyrederim, içim kördüğüm Son veda ile yokluğa karışmaktı gördüğüm Demek gidiyorsun şimdi sıcak bir akşam vakti Bir merhabaya hasret bırakıp bu yorgun kalbi Gidiyorsun işte gözlerin çoktan hazır vedaya  Dilinde titreyen mahcup bir son, elvedaya Rüzgarlar esip gider ve değiştirir zamanı Gün gelir hissedersin yokluğumda hazanı Senden önce yaşamayı nefes almak sanmışım Sen gelince nefesime senin sesini katmışım Dik bir yokuştur şimdi yokluğun, aşılmayan Yapayalnız gecelerde bir mehtap, parlamayan Demek gidiyorsun şimdi ardına bile bakmadan Git, kıvılcımdan mahrum yüreğimi yakmadan Git, soldurduğun güllerin bir baharı yok artık Bir resmin bile yok bende, hatıran yok artık Bir teselli arıyorum şarkılarda şiirlerde Git, aşkın beni öldüren bir zehir şimdilerde Ey gizli gözyaşlarımın ve sırlarımın şahidi Tükendiğim geceleri

Geçmişe Gitmek

Resim
Hani bazen olur ya geçmişe gitmek istersin; bir şeyleri düzeltmek veyahut yeni başlangıçlar yapabilmek için. Bazen de geçmiş, bir gölge gibi her an peşindedir ve bunu bütün güçsüzlüğünle hissedersin... İçinde bulunduğum anda mutsuzum, yarınımdan umutsuz. Geçmişe gidip bir şeyleri değiştirebilmeyi her insan ister. Ruhumdaki bu sonsuz keder, damarlarımdan akan bu sancılı his... Doğan her güneş, parlayan her mehtap ve titreyen yıldızların engsiz uzaklığı bana derin bir pişmanlığın ve geçip giden zamanın acımasızlığını hatırlatıyor. Oysa sarsılmaz bir inanç ve güçlü bir hevesle doğrulup yürümeye öyle ihtiyacım var ki. Doğan güne bir anlam katabilmek için o ilk adımı atmaya... O ilk adımı attığım vakit aştığım en büyük engel kendim olacağım biliyorum. Ancak bunu yapabilmek için ruhumdaki onulmaz yaraları sarmaya bir merhem gerek kendimce.  Geçmişe duyduğum özlem duygusu yeni bir şey değil içimde. Özleme diyeceğim yok, özlem hep içimde. İyi veya kötü olmuş ne fark eder, o hep en gü

Sensiz

Resim
Gözlerin, perdesi örtülmüş bir pencerenin ardında, Faydasız şimdi yollarım geçse de pervazından. Sen o ilahi gelişinle yaralarımı sardın da, Gidişinle saadeti bin parçaya böldün ardından... Vedalara hazırlanmak için mi yaşıyor insan? Veyahut ayrılığın tükenmez sancısına? Gün ışığı bekler durur gecenin karasından, Kifayetsiz merhemdir yeni gün, acısına... Ellerin, yabancı bir kentin soğuk rüzgarında, Buz keser yalnızlığı hissettiren ayazından. Gönül bağım kavruluyorken aşkın narında, Boğuluyorum sensizliğin pınarlarında.

Bir Şiirin Sinematografisi

Resim
An itibariyle şiire sinematografik bir bakış açısı getiriyorum. İnsan aylak kalınca, şiire, daha önce şiirle bağdaştırılmamış perspektifler katıp onu değişim potasında eritiyor. Ya da tamamen bana öyle geliyor. Aylaklar ne yapar bugün pek fikrim yok. Sıradan delilik öykülerinde kaybolmuş biri olarak söyleyebilirim ki Bukowski gibi bir aylaklık hayatı varsa dışarıdakilerin, o bohem yaşantıya yanaşmak isterdim. Sabahın erken saatlerinde ipekten bir robla elde viskiyle dünyaya sövüp saymak, insanların istek ve arzularını umursamadan aylaklığın keyfini çıkarmak güzel olsa gerek. Ama hali hazırda önünde durduğum pencere Sunset Bulvarına bakmıyor ve ben de Bukowski değilim. Dolayısıyla aylaklığımı şiirle ve şiirsel bir meşguliyetle geçiştireceğim. Kaldı ki her şey bir süre sonra oldukça sıkıcı bir hale dönüşüyor. Monotonlaşan bir yaşamın nöbetçisi olmayı kim ister ki? Her neyse. Bazı filmler vardır, izledikten sonra filmin outro ekranına öylece bakıp kapanış soundtrackine dalıp gittiğimiz.

Akşamüstü Film Önerisi

Resim
                                                                      Köşedeki Dükkan Film, iki büyük dünya savaşı arasındaki tarihlerde, 1937'de Macar yazar Miklos Lazslo'nun yazmış olduğu Parfumerie isimli eserden alıntılanarak 1940'ta, savaşın sürdüğü bir dönemde çekildi. Siyah beyaz hikayesinde insan ilişkilerinin ön planda olduğu sekanslar ve diyaloglar gerçekçi ve canlı. Aynı zamanda Jane Austen klasiklerinden kesitler sunan filmde, romantizmin ve aşkın da anlamca tekabül ettiği davranışlar yerli yerinde ve abartısız. Filmden alıntılanan bu fotoğrafta, Margaret Sullavan (Klara Novak)'ın elinde tuttuğu kitap Jane Austen'in Aşk ve Gurur kitabı. Yönetmen, film içinde bu kitaba sıkça atıfta bulunup Klara Novak'ta romantik bir karakter portresi çizmeyi başarmış. Kısaca tarihsel ve epistemolojik bilgiyi verdikten sonra geçelim tahlilimize.  Film, Macaristan'da köşedeki bir hediyelik eşya dükkanında geçiyor. Bu film, tek mekanlık filmler içinde kendi

Sen Ki

Resim
Sen ki suskun yazların yayıldığı beldemin hoş sesi Yolunu gözleyen yorgun gözlerimin neşesi... Sözlerin eski bir dünyayı yeni baştan var eder İçinde ruhumun özünü yorgun ruhuna yâr eder Sesini duymak toprağıma suyun yürümesi gibi Gözlerin semâyı aydınlatır ey göğümün ilâhesi Senden uzak bu rüya hakikatten de beter Dönmesin mevsimler yokluğunda ne fark eder Sen ki özlemin yangınlarında beni kavuran aşk Belki bir gün aşkımızı bir kıvılcım var eder

Ne İş Ama Yaşamak

Resim
Keskin bıçakların engsiz ağzı kalbim. Dokunaklı bir şiirin damarlarıma girişi, keder dolu bir şarkının gözlerimden akışı ve yalnızlığın caddelerdeki ayak izleri. Melankolik bir yaşamın içinden, kırgın bir ruhun bitimsiz hüznü seyreliyor kara bulutların seyrinde. Bana sormuşsa gece yitirip en sakin mehtabını ve bana sormuşsa kavuşmayı gündoğumunun pembeliklerine; sükunetim istemsizce vuku bulur kendinden. İnsanlar, hakikatin en zor yanı şimdi düşlerimin kırık dökük semtinden. Gençliğin ve güzelliğin en iyisini hep bir başkasında görmek yanılgıların en kötüsü. Yola yalnız çıkıp yalnız devam edilemeyeceğini düşünmek de öyle. İnsanın, durgun bir ömürle hiç bir yere varamayacağını düşünmek de. Gary Moore, bir gün güneşin üzerimize doğacağına inanıyor. Pablo Neruda ise umutlu, en iyi günden ve mutlu zamanların belirtisinden. Rimbaud bile yaz akşamlarından bir beklentiye sahip; uzaklarda güzel bir kadınla birlikteymişçesine. Rimbaud gibi ilkyaz güneşinde bile kederi bulan bir adamın bir ne

Belki

Resim
Belki uçsuz bucaksız bir ummanın bilinmezliğine gidiyordu ruhum. Gittikçe kıyıda küçülen onca şey "hayatım" oluyordu. Geride kalan her şey yavaş yavaş silinip bir "hiç" oluyordu. Gecenin rengine bürünür yok olurum Yokluğun letâfeti narin ellerine eş Uzanır meçhulden ruhuna yol olurum Belki doğar gözlerine baktığım an güneş Karışıp usulca ummanın en derin mavisine Rastlasam geçmiş güzel günlerin râvisine Bâd-ı nevbahar ile yeni bir hayat bulsam Belki doğar âfitabım gecenin hâvisine Kıyıda kalanlar mıydı uzaklaştıkça "hiç" olan, yoksa meçhule giden ruhum mu? Zaman ellerimde bir düş gibi sönerken Hakikatin karanlık girdabına dönerken... Düşünüyorum da, belki bu hakikatler bütünü, bu dayanılmaz karanlık; bu kaygılı varoluş tamamen hiçliğin "özü"dür. Bense bu "öz"e hapsolmuş bir ruhun cevapsız sorgusuyum. Şimdi akşam o mahzun hüznüyle çökerken Belki dönüşü olmayan bir yolun yolcusuyum.

Kendimle Sohbet III

Resim
Bana sonbaharın serin akşamlarını hatırlatan yağmurlu ve sessiz bir Mayıs akşamından yazıyorum bu mektubu. Takvim ileri sardıkça ben geri gidiyorum seneler içinden. Çünkü güzelliğin herkesçe bilinmeyen gizleri ve mes'ut ruhum geçmişte kalıyor günden güne. Edebiyatın şiirselliğine dalıp gidiyorum bu alemden yitip. Felsefi ve düşünsel bir kaygıyla varoluşçu ruhumun yokluğunu irdelerken buluyorum kendimi bazen. Her şeyi elde etmiş bir yazarın, ruhunda yerini bir türlü doldurmadığı boşluğa dayanamayıp intihar etmesini düşünüyorum bazen de. Neydi o boşluğun bu denli derin ve bitimsiz bir huzursuzluğa sürüklediği? Nedendi Hesse, Pavese ve Yesenin'in içine düştüğü bu kesif boşluğun bitimsizliği? Yağmur, gökyüzünü yere indiriyor aheste düşen damlarlarla. Ve siliniyor her bir yüz damlalar arasında. Melankolik bir Béla Tarr filmi için tüm koşullar hazır. Filmde hüznün kendisi oluyor ruhum yağmurların altında. Bitmeyen ağır bir siyah beyaz filmin dram yüklü sekansları gibi yürümek; ısl

Yüzündür Gördüğüm

Resim
Yüzündür gördüğüm mehtabın seyrinde Kızıla çalan dolunaydan yıldızların aksine Tenhalaşan caddelerin kimsesizliğinde Sımsıcak bir gecenin nemli seherinde Kıymeti yok sensiz baharın ve güzün Yüzündür gördüğüm en nadide hüzün Okşasam da yapraklarını taze bir gülün Dokunduğum sensin gülün tazeliğinde Manasız boşluktan başka bir şey değil Sensiz geçen günlerin bu son demleri Aralıksız tırmalar içimi ölüme bir meyil Yetim kalmış musalla taşı serinliğinde Bir zamanlar mehtabın seyrinde ikimiz Afitabın doğuşuna dek öylece sessiz Hayalperest iki ruhtuk birdi istikbalimiz Bakışarak titreyen yaprakların vehminde Sözünden yola çıkıp yolda kaldığım Gözünden bu alemi seyredaldığım Özünden ruhumu sende bulduğum Yüzündür gördüğüm mehtabın seyrinde

Karanlık Yüzler

Resim
Gece çöküyor yine omuzlarıma ağır ağır  Siyah beyaz dramatik bir film sahnesi gibi  Hüzünle bestelenmiş eski bir şarkı gibi Bir sokağın köşesinden olan biteni izliyorum  Gelip geçen insanları ve saatlerin dönüşünü Bitimsiz bir can sıkıntısına yüzleri izliyorum Ve yüzlerin üzerine karanlığın çöküşünü Gece çökerken öylece umutsuz oluyorum  Çünkü daha imkansız hayallere dalıyorum Unutuyorum bazen mevsimlerin dönüşünü Kuru bir dal gibi sonbaharda kalıyorum Aklıma esen çok şey de oluyor hani Kafamdan geçen gayet mütevazı fikirler  Billboardları okumak veyahut sinemaya gitmek gibi Dahilerin fizik teorilerine göz gezdirmek Melankolik şairlerin intihar sebeplerini öğrenmek  Piramitlerin tepesinden mistik tarihi seyretmek  Ve bunlar gibi ıvır zıvır şeyler yani  Ama gel gör ki bende yok takatten eser  Ve yok bakmaya bile mecalim bir sokak ötesine  Çünkü tek gördüğüm zifiri bir karanlığın  Zifiri yorgunluğu içindeki karanlık yüzler Yaşamak bir

Birkaç Dize Şiir

Ben ruhumla yorgun, bedenimle diriyim. Birkaç şiir dizesi okumaya korkan, hislerine geçmiş güzel günlerin yön verdiği basit biriyim. Mektupları düşmanlarca alıkonulmuş eski bir savaşın esiriyim. Gönlüme bir huzursuzluk hakim yaşadığım her dakika. Her dakika bir başkası oluyorum tükenmek bilmeyen can sıkıntısıyla. Dünya yoruyor beni hiçbir şey yapmasam da. Ara veremiyorum sıkıntı dolu saatlerin dolmasına. Şiir okumaya korkuyorum çünkü, bir dizeye dahi ilişse gözlerim, okuduğum şiir değil hayatım oluyor. Maziyi okuyorum her bir dizede. Ruhumun yalpalayıp düştüğü kaldırımları okuyorum. Sezai Karakoç " Geçen zamanı yanlış bir rüya gibi yorumlasam " dediği vakit, pişmanlık duygusuyla kaplanan ruhum bir yaprak gibi sararıyor umutsuzlukla. Yarınım anlamsız bir işkenceye dönüşüyor bugünün ufkunda. " Bir anı bile kalmamıştır geceler boyu sevişmelerden" dediği an Ataol Behramoğlu, gozlerimden bir pınar süzülüyor sabaha. Unutulur mu insan yaşadıklarıyla, yaşattıklarıyla?

İsimsiz Mektup

Yağmurla yıkanan bir bahar gecesinin ertesinde, penceremden odama yayılan nemli toprak kokusuyla uyandım. Sıcak bir yazın habercisi olan güneş bugün de gizliyor kendini bu küçük şehirden. Gelecek günlerden bir umudum yok. Neden sana uzak kaldığım her an hayata da uzak kaldığımı, senin yanında olduğum vakitler daha iyi idrak ediyorum. Senden uzakta olduğum anlarda ise idrak edebildiğim tek şey, hayatımın yıkık bir duvarın altında kaldığı. Bir enkaz oluyorum senden uzakta. Bir enkazın kalıntıları oluyor her bir uzvum. Saçlarını hatırlıyorum. Ellerindeki yumuşaklığın ruhuma yaydığı merhamet ve aşk duygusunu. Günbatımında gözlerine baktığımı hatırlıyorum. Ve günbatımından sonra gözlerinde parlayan kent ışıkları altında sesszice yürüyüşümüzü sahiller boyu. Seneler bu güzel hatıraların üzerine bir perde gibi inerken, gökyüzü günden güne kararan bir bulut gibi büyüyor ruhumda. Senin yokluğuna alışabilme fikri korkutuyor beni. Varlığına da alışmıştım oysa. İnsan her şeye alışmakta nasıl da

Kendimle Sohbet II

Güneş batmak üzere. Hayatımda hiç var olmadığı halde, zihnimde tahayyül ve tasavvur edilen bir insana duyulan özlemle ruhumu parçalıyorum. Bir yerlerde mutlaka vardır o, var olmuştur veyahut var olacaktır. Lakin şu an yalnızca bir hayalî portresiyle bakışmakla yetiniyorum.  İçtenliği kalpleri dağlayan sıcak mektuplarımdan birini, eskimiş bir şarap şişesine saklayıp sakin denizlerin insafına bırakmak isterdim. Mektupların ve bakışların dilinden çözersiniz insanları. En azından ben çözerim. Kumsalda öylece aylak aylak oturup göğün maviliğiyle bütünleşen denizi seyrederken, kıyıya vuran eski bir şarap şişesine saklanmış ve içtenlikle yazılmış tatlı bir mektuba rast gelmeyi de dilerdim. Ufuk çizgisinde bulutları en düşsel renklere boyayan ve kızıl tonlarıyla batmakta olan güneşin, içime yaydığı huzura eşdeğer çok az şey var bu hayatta. Bu mektubu okumak da bunlardan biri olabilirdi.  Hüzün dolu bir hayat hikayesi değil okumak istediğim. Aşkın ve hislerin, kelimelerle bir kağıt üzerine

Kendimle Sohbet

Eskiyen bir kitabın sayfaları arasında, eskimeyen bir kalp ağrısıdır yaşamak benim için. Hiçbir şeyden keyif almadığım demler bu demler. Ne kalbim dolu ne de zihnim. Önce hatıraları sildim günlerce, sonra hatıraların her bir kahramanını. Yeni doğmuş gibi düşünmeyin beni. Ölmek üzereyim. Bu ölüme yakınlık duygusundan bütün bu hissettiklerim. İnsan sadece bedenen ölmüyor ya. Toprak, yalnızca öldükten sonra atılmıyor insanın üzerine. Bazı anlar tutunduğum da oluyor. Ama incecik bir dalın kaldırabileceği bir ağırlık değil bu kalbimdeki. Bu yaşıma kadar yaşamak denen macerayı kotarabildiğimi düşünmüyorum. Mukayese ile başka hayatlara bakarak bu sonuca varmıyorum. Bu sonuç ben yaşarken tayin edildi sanırım. Kendimi bildim bileli kalbim sancılı. Kardiyologlara göre psikolojik, psikologlara göre iç hastalıklarıyla ilgili bir problem; dahiliye uzmanlarının ise henüz bir fikri yok. Bana kilometrelerce uzaktaki insanlarla tanışıp onlara iyi dileklerimi sundum; durmadan mutluluğun yolunu göste

Yoksun

Bu soğuk karanlık gecenin sabahında sen yoksun Ne fark eder güneş doğsa ruhum senden yoksun Açtıysa da gonca güller ilkyaz güneşiyle şimdi Yokluğunda mevsim hazan güller zamansız solsun Küllenmeyen gönlümde rüzgarsız yanan korsun Gönül şimdi bu ahvali nasıl hayra yorsun? Dost elinden bir selamın arz u halim sorsun Sensiz geçen gecelerde neyler ruhum sevgili? Her sokağı bilinmezlere çıkan bir yolsun Sonum hüsran olsa da varsın elinden olsun İstersen aşkın şarabına elinden zehir dolsun Dudaklarıma ellerinden hayat verir zehrin Sayfalarca yazdığım bitmemiş bir sonsun Yüreğindeki bahçelere kelebekler konsun Sesinle en tatlı müziklere tarifsiz bir fonsun Sesinden mahrum müziği neyler ruhum sevgili?

Senden Sonra Yaşamak

Seneler sonra düşünüp senden kalan hatıraları Yağmurla ve güneşle gelen gökkuşağı karşısında Zamanın ruhuma ıstırap veren akışında Özlemin yüreğimi saran mavi yangınlarında Bir sonbahar yaprağı gibi ölmeyi diliyorum. Her şeyi bu dünyaya bırakıp ne varsa içimde Sana karışarak bir hiç olup senin gözlerinde Adımı çağıran yorgun ve hüzün dolu sesinde Bir ilkyaz yaprağı gibi yaşamayı diliyorum. Uzak şimdi gözlerim mütebessim gözlerinden Bir mevsim gibi toparlanıp gitme vakti artık Beklenen yağmurlardı yüreğimde biriken Beklenip de yağmayan bir yüzyıl göklerden. Kurak bir toprak gibi ölmeyi diliyorum. Yeryüzü kapkaranlık insanların elinde Ruhum akşamların mütekeddir seyrinde Bembeyaz haberlere müjdeci bir bulut gibi Senin berrak gökyüzünde yaşamayı diliyorum.

Mübalağasız Gazel

Ahzen-i ruhum berg-i hazan gibi solmuş durur Ziyâ-yı afitabım pür nazarımda sönmüş durur Ahvâlim gülistâna hasret bülbüllere âşiyan Mütesehhir gözlerimde gözyaşları damlar durur Gönül bazan gül-i râna bazan hâk-i nümâyan Dilrubâ-yı cânan için cânım mest-i harap durur Didârım güfte-i mahzun yüreğim bâd-ı hazan Müteenni vedâ ile ruhum mâziyi anar durur Hicran ile dest-i yâren bir kor gibi yangından Namütenâhi hasretlerle yâdımda yanar durur

Yağmurlu Yalnızlık

Gün yine kavuştu geceye Karanlığın sardığı ne varsa ufkumda silindi tek tek. Biliyorsun bu saatleri hüzün ağır ağır işler içime.. Kaçıyorum ne varsa bu dünyaya ait, Kaçıp yeni bir dünyada var olmanın kuvvetini arıyorum. Önce gökyüzüne bakıyorum bulutlar toplanıyor, Kederden bir sağanak başlıyor kapkaranlık gecede. Bir ben varım caddelerin derin boşluğunda, Bir de mevsimin getirdiği soğuk bir rüzgar tenimde. Evime yürüyorum ama eve de ait değilim. Bir anlamı yok evin, eşyaların, yürümenin... Ne hissediyorum içinde yapayalnız, bir bilsen Hüzünden, sessizlikten, kimsesizlikten... Kimseler yok kapımı çalan, kimse bilmez varlığımı Yalnızlığın göğsümdeki solgun bir yürektir adı.. İç çekip geceler boyu yorgun saatler ardınca, Uzaklardan bile usanmış ruhumu dinliyorum Yaşama bir anlam verebilmek için ölmeyi diliyorum.. Kaybettim ne varsa içimde sessizce bir bir, Kaybetmişliğim yüzümde yer etmiş sonbaharda belirir.. İşte yine gecenin kalbinde sessiz çarpıntıdır gözyaşım, Ke

Meçhulde

Seneler küllenen bir kor gibi içimde Anılarla savrulan her rüzgarda parlar durur Düşündükçe maziyi yorgun bir biçimde Gözümden damla yaşlar sonbaharla damlar durur Düşündüm gecelerce aralıksız bir aşktan Her gündoğumunda sana uyanabilmeyi Unutulur sanıyordum vazgeçince yanmaktan Hatıranla yaşamaktan her gün tattım ölmeyi Ne baharım bahar şimdi ne de kışım kış Ne zamanın akışında ne bir takvimdeyim Geçmiş güzel günlerin saatlerine sıkışmış Meçhulde her şeyden bihaber bir haldeyim

Senden Sonraki Yalnızlık

Gittiğin günü hatırlayıp yorgun bir akşamüstü Ağır ağır sensizliğin heyulasına daldım Sonu hüsranla biten bir öykünün ortasındaydım Zamanı ellerimde eriten hüzün saatleri gibi Bir tren gitse uzaklara bende keder vuku bulur Veyahut bir kelebek kanat çırpsa dünyadan habersiz Görsem yaprakları dökülmüş yapayalnız bir ağacı Ruhuma dolar hüzün bulutlardan yağmur yağmur Aslında kendimden birer parça bütün bu gördüklerim Diyorum belki bahar yine gelir, uzaklar yakın olur Belki gittiğin günün resmi yarın yeni baştan çizilir Oysa bana benzeyen her şeyin yalnızlıkla adı konur Sen sondan başa sardığım duygusal bir şarkıda Ben sonu hüsranla biten bir öykünün ortasındaydım Gittiğin günü hatırlayıp yorgun bir akşamüstü Ağır ağır yalnızlığın heyulasına daldım.

Ziyaret - Minimal Öykü Denemesi II

Bir sabah uyandığımda her gün yaptığım gibi kahvemi pişirdim, sigaramı yaktım, bir şarkı başladı zihnimde ve penceremden sonsuzluğun mavi tonlarına daldım. Derken telefonum çaldı, karşımdaki ses telaşlı bir şekilde, "günaydın, derhal hastaneye bekleniyorsunuz, hastanıza refakatçi gerek, kat 2, oda 177, servis kardiyoloji" dedi. Arayan kişinin mutlaka yanlış kişiyi aradığını söylemeye fırsat bile bulamadan telefon kapanmıştı bile yüzüme. Oysa benim refakat edebileceğim bir yakınım bile yoktu bu şehirde. Kim bilir hangi yalnızın hangi hastalıkla başı dertte ve hastalığın yapayalnızlığından ruhu ne denli kederli bir halde? Kahvem bitmiş, güneş yükselmiş, aradan 1 saat geçmişti ki telefonum yine çaldı ve arayan yine aynı kişiydi, hastanede görevli bir hemşire. "alo" "hastaneye gelmeniz gerek, hastanızın yardıma ve size ihtiyacı var" dedi karşıdaki ses. "hangi şehir ve hangi hastane olduğunu söylemediniz" dedim ve gelen cevap sinirli ve bezm

Uzak Bir Kadına En Yakın Şiir

Kalabalık bir barda yapayalnız & üstelik her haliyle ayık Elinde yarım sigarası & dilinde Çinceden bozma şiir Ruhunda maziye firari & içinceden sonra bir Bir uzaklaşır ara sıra & bir yakınsar uzağı Bir bir yakınlarının zihninde cinayet sebebidir Öncesi tutulmuştu hakikati inşa eden bir vebaya Sonrası hazırlıksız yakalanmaktı düşlerinden vedaya Soğuk bir bankta yapayalnız & üstelik çırılçıplak Elinde yarım sigarası & dilinde eski bir plak Zaman geçip giderken, o kalmıştı orada bir Maviye çalardı ses tonu & şimdi bir karalıkla belalı Zaten konuşmak için artık pek bir sebebi kalmadı Ah bir gelebilseydi o beklenen gelmez mektuptan En beyaz haberlere hasret & en beklentisiz anından Mektuplar yazılmazken, yalnızlıkla olmuştu bir Hikayesi griden soğuk bir karaya çalan kadının Bir barda ayık halde, bir bankta yapayalnız Kalbini gördüm en yakından daha yakın daha yakın Hiçbir dilce anlaşılmazken, sonbaharla solmuştu bir